Al-i Beyt Kimdir, Kime Denir?

ÂL-İ BEYT KİMDİR VE KİME DENİR?

Hz. Peygamber’in (A.S.M.) sülale-i tahiresinden yetişenler ve sünnet-i seniyyesinin menbaı ve muhafızı ve bi­hakkın sünnete ittiba ve onu idame etti­renler. Âl-i Resul, Âl-i Nebi, Âl-i Muhammed ve Ehl-i Beyt gibi ta­birlerle de söylenir.

Bediüzzaman Hazretleri der ki:

“Bir kısım müçtehidler, وَعَلَى اٰلِهِ وَصَحْبِهِ duasında, seyyid olma­yan fa­kat ehl-i takva bulunan, o duada dâhildir” demişlerdir. (Şualar sh: 414)

Âl-i Beytin âlem-i İslâmda bir merkez-i manevî olmasının lüzumu ve bü­tün ümmetin Âl-i Beyte bağlanmasındaki hikmet hakkında Bediüzzaman Hazretleri şu izahatı veriyor:


“(42:23) اِلاَّ الْمَوَدَّةَ فِى الْقُرْبَى âyetinin bir kavle göre mânâsı: “Re­sul-i Ek­rem Aleyhissalatü Vesselâm, vazife-i Risaletin icrasına mukabil üc­ret is­temez, yalnız Âl-i Beytine meveddeti istiyor.”

Eğer denilse: Bu mânâya göre karabet-i nesliye cihetinden gelen bir faide gö­zetilmiş görünüyor. Halbuki, (49:13) اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقَيكُمْ sırrına bi­naen karabet-i nesliyye değil, belki kurbiyet-i İlahiye noktasında va­zife-i risalet cere­yan edi­yor?

Elcevab: Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm, gayb-âşina nazarıyla gör­müş ki:

Âl-i Beyti, âlem-i İslâm içinde bir şecere-i nuraniye hükmüne ge­çecek âlem-i İs­lâm’ın bütün tabakatında kemâlat-ı insaniye dersinde rehber­lik ve mürşidlik vazife­sini görecek zatlar, ekseriyet-i mutlaka ile Âl-i Beytten çıka­cak.

Teşehhüddeki üm­metin “Âl” hakkındaki duası ki:

اَللّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى اٰلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى اِبْرَاهِيمَ وَعَلَى اٰلِ اِبْرَاهِيمَ اِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ

dir. Makbul olacağını keşfetmiş, yani nasılki Millet-i İbrahimiyede ekseri­yet-i mutlaka ile nurani rehberler Hazret-i İbrahim’in (A.S.) âlinden, neslin­den olan En­biya olduğu gibi; ümmet-i Muhammediye’de de (A.S.M.) vezaif-i azime-i İslâmiyette ve ekser turuk ve mesalikinde Enbiya-i Benî-İsrail gibi, Aktab-ı âl-i Beyt-i Muhammediyeyi (A.S.M.) görmüş. Onun için (42:23) قُلْ لاَ اَسْئَلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْرًا اِلاَّ الْمَوَدَّةَ فِىالْقُرْبَىdemesiyle emrolunarak, Âl-i Beyte karşı ümmetin meveddetini istemiş. Bu hakikatı teyid eden diğer ri­va­yetlerde ferman etmiş:

“Size iki şey bırakıyorum, onlara temessük etseniz, necat bulursunuz. Biri: Kitabullah, biri: Âl-i Beytim. Çünki: Sünnet-i Seniyyenin menbaı ve muha­fızı ve her cihetle iltizam etmesiyle mükellef olan Âl-i Beyttir.”

İşte bu sırra binaendir ki: Kitab ve Sünnet’e ittiba ünvanıyla bu haki­kat-i Hadisiyye bildirilmiştir. Demek Âl-i Beytten vazife-i risaletçe mu­radı: Sünnet-i Seniyyesidir. Sünnet-i Seniyeye ittibaı terkeden, hakiki Âl-i Beytten olmadığı gibi, Âl-i Beyte hakiki dost da olamaz.

Hem ümmetini Âl-i Beytin etrafında toplamak arzusunun sırrı şudur ki:

Zaman geçtikçe Âl-i Beyt çok tekessür edeceğini izn-i İlahî ile bilmiş ve İslâmiyet za’fa dü­şeceğini anlamış. O halde gayet kuvvetli ve kesretli bir ce­maat-ı mütesanide lâzım ki, âlem-i İslâmın terakkiyat-ı manevîyesinde medar ve mer­kez olabilsin. İzn-i İlahî ile düşünmüş ve ümmetini Âl-i Beyti etrafına toplama­sını arzu etmiş.

Evet Âl-i Beytin efradı ise, itikad ve iman hususunda sairlerden çok ileri olmasa da, yine tes­lim, iltizam ve tarafgirlikte çok ileride­dirler.

Çünki İslâmiyete fıtraten, neslen ve cibilliyeten taraftardırlar. Cibillî tarafdarlık; zaif ve şansız hatta haksız da olsa bıra­kılmaz. Nerede kaldı ki, gayet kuvvetli, gayet hakikatlı, gayet şanlı bütün silsile-i ec­dadı bağlandığı ve şeref kazandığı ve canlarını feda ettikleri bir hakikata tarafdarlık; ne kadar esaslı ve fıtrî olduğunu bilbedahe hisseden bir zat, hiç tarafdarlığı bırakır mı?

Ehl-i Beyt, işte bu şiddet-i iltizam ve fıtrî İslâmiyet cihetiyle Din-i İslâm le­hinde edna bir emareyi, kuvvetli bir bürhan gibi kabul eder. Çünkü fıtrî tarafdardır. Baş­kası ise kuvvetli bir bûr­han ile sonra iltizam eder.” (Lem’alar sh: 21)

İslamiyetin zaafa düştüğü son asırlarda, al-i beyt manası daha da çok aranır olmuştur. Üstad Bediüzzaman Hazretleri bu manada al-i beytin görecekleri vazifelerin ehemmiyetine dikkat çekmiştir. Sünnet-i seniyyeyi rehber yapanın hangi nesebden olursa olsun al-i beytten sayılacağını ifade etmiştir. Fakat neseben senetli ali beytten olanların da, bu esaslara göre daha da değer kazanacaklarını beyan etmiştir.

Kontrol et

Siyasetten Uzak Durmak Düsturu

HAKİKİ NUR TALEBESİ HAKLI TARAFA DOST OLUR Üstad Bediüzzaman Hazretleri Demokrat Partiye destek vermiştir. Fakat …