Ahlâkın Bozulması ve Çaresi

TOPLUM AHLÂKININ BOZULMASI VE TAMİRİNİN ÇARESİ

Yirminci asır maddeci felsefesinin toplumu terbiye etmesi ve siyaset sahasındaki dehşetli menfilikler, bugünkü cemiyet hayatını netice vermiştir. Hususan “her iki deccalin” asrın ilk yarısında zuhur etmeleri bu durumu daha da kötüleştirmiştir. Halen de bu ifsad edicilerin tesirleri cemiyet hayatında etkilidir. Bilhassa cemiyetin ahlakî değerlerinde dehşetli tahribat devam etmektedir.

1950 yılından bugüne kadar gelen milletin temsilcileri de yeteri kadar tedbir alamadıklarından toplumun bozulması katlanarak devam etmiş ve genişlemiştir.

Asrın ve gelecek asırların tamir edicisi olan Risale-i Nurlarda bu mesele izah edilmiş ve çıkış yolları ve çareleri gösterilmiştir.

“İnsanlarda şeytan vazifesini gören cesedli ervah-ı habise bilmüşahede bulunduğu gibi, cinnîden cesedsiz ervah-ı habise dahi bulunduğu, o kat’iyyettedir.

Eğer onlar maddî cesed giyseydiler, bu şerir insanların aynı olacaktılar. Hem eğer bu insan suretindeki insî şeytanlar cesedlerini çıkarabilse idiler, o cinnî iblisler olacaktılar.

Hattâ bu şiddetli münasebete binaendir ki, bir mezheb-i bâtıl hükmetmiş ki: “İnsan suretindeki gayet şerir ervah-ı habise, öldükten sonra şeytan olur.”

Malûmdur ki: A’lâ bir şey bozulsa, edna bir şeyin bozulmasından daha ziyade bozuk olur. Meselâ: Nasılki süt ve yoğurt bozulsalar, yine yenilebilir. Yağ bozulsa, yenilmez, bazan zehir gibi olur. Öyle de: Mahlukatın en mükerremi, belki en a’lâsı olan insan, eğer bozulsa, bozuk hayvandan daha ziyade bozuk olur.

Müteaffin maddelerin kokusuyla telezzüz eden haşerat gibi ve ısırmakla zehirlendirmekten lezzet alan yılanlar gibi, dalalet bataklığındaki şerler ve habis ahlâklar ile telezzüz ve iftihar eder ve zulmün zulümatındaki zararlardan ve cinayetlerden lezzet alırlar; âdeta şeytanın mahiyetine girerler. Evet cinnî şeytanın vücuduna kat’î bir delili, insî şeytanın vücududur.” Lem’alar (82)

Birinci Dünya Savaşı sonunda Türkiyede hâkim olan yeni hizb (kemalizm), yaptığı inkilaplarla cemiyet hayatını yeniden planlamak istedi. Üstad Bediüzzaman Hazretleri ise; 1926-1934 yılları arasında Barla’da sürgün bulunduğu yıllarda yazdığı risalelerle hem bunlara cevaplar mahiyetinde, hem de müsbet idarecilere yol gösterme tarzında ikazlarda bulundu. Dedi ki:

“Sizin cebren böyle ehl-i imanı mimsiz medeniyete sevketmekteki maksadınız, eğer memlekette asayiş ve emniyet ve kolayca idare etmek ise, kat’iyyen biliniz ki; hata ediyorsunuz, yanlış yola sevkediyorsunuz. Çünki itikadı sarsılmış, ahlâkı bozulmuş yüz fâsıkın idaresi ve onlar içinde asayiş temini, binler ehl-i salahatın idaresinden daha müşkildir.

İşte bu esaslara binaen ehl-i İslâm, dünyaya ve hırsa sevketmeye ve teşvik etmeye muhtaç değildirler. Terakkiyat ve asayişler, bununla temin edilmez. Belki mesaîlerinin tanzimine ve mabeynlerindeki emniyetin tesisine ve teavün düsturunun teshiline muhtaçtırlar. Bu ihtiyaç da, dinin evamir-i kudsiyesiyle ve takva ve salabet-i diniye ile olur.” Lem’alar ( 123 )

Bunca sene geçtiği halde bu ikazlara tam ciddi olarak uyulmadığından memleketin her tarafında gelen haberlerde, cemiyetin iman dersini almayan kısmında feci neticeleri görülmektedir.

1923-24 den sonra kademe kademe yeniden yapılandırılmaya çalışılan Türkiye’de bunun neticesi on-onbeş sene sonra görülmeye başlanmıştır. 0 inkılapların bozuk kısmının neticelerini daha 1940 lı yıllarda gören Bediüzzaman Hazretleri der ki:

“Hayat-ı içtimaiyeyi idare eden en mühim esas olan hürmet ve merhamet gayet sarsılmış. Bazı yerlerde gayet elîm ve bîçare ihtiyarlar ve peder ve vâlideler hakkında dehşetli neticeler veriyor. Cenab-ı Hakk’a şükür ki; Risale-i Nur bu müdhiş tahribata karşı, girdiği yerlerde mukavemet ediyor, tamir ediyor.

Sedd-i Zülkarneyn’in tahribiyle, Ye’cüc ve Me’cüclerin dünyayı fesada vermesi gibi; şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) olan sedd-i Kur’anînin tezelzülüyle Ye’cüc ve Me’cüc’den daha müdhiş olarak ahlâkta ve hayatta zulmetli bir anarşilik ve zulümlü bir dinsizlik fesada ve ifsada başlıyor.” Kastamonu Lahikası (149)

Evet dinden neşet eden merhamet ve hürmet kırılırsa, insan canavar bir hayvan olur. Üstad Hazretleri İslami terbiyeden yoksun insanların Kur’an’ın lisanında ye’cüc ve me’cüc diye tabir edilenlerden daha anarşist olacaklarını söylemektedir. Bunlar da bizim memleketimizde faaliyet gösteren din düşmanı gürühtur

Madem bu tehlikeye devlet tedbir almıyor. Risale-i Nurlarla bu tehlikeye çare aranmıştır. Bu zamana kadar da Risale-i Nuru elde edenler ve onun açtığı yollardan dolaylı da olsa gidenler, bu tehlikelerden kurtulmuştur.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri Osmanlının son devresine hakim olan İttihad Terakki Fırkası mensuplarının, 1909 yıllarından itibaren iktidara gelmeleriyle birlikte dinde gevşeklik göstermelerinin dahi feci neticelerini nazara verir ve 1923 den itibaren yeni sistemdeki tamamen dinden kopukluğun dahi nelere sebep olabileceğini bildirir ve der ki:

Evet hürriyetçilerin ahlâk-ı içtimaiyede ve dinde ve seciye-i milliyede bir derece lâübalilik göstermeleriyle, yirmi-otuz sene sonra dince, ahlâkça, namusça şimdiki vaziyeti gösterdiği cihetinden; şimdiki vaziyette de, elli sene sonra bu dindar, namuskâr, kahraman seciyeli milletin nesl-i âtîsi, seciye-i diniye ve ahlâk-ı içtimaiye cihetinde, ne şekle girecek elbette anlıyorsunuz.” Emirdağ Lahikası-1 (21)

Yani bu mektubu Emirdağ’ında sürgün iken yazmıştır ve yıllar 1944-1948 arasıdır. Üstad Hazretlerinin burada dikkat çektiği husus elli sene sonraki yeni neslin durumudur. Yani 1997’den itibaren ortaya çıkacak neslin durumudur. Bu devrede hatta az bir miktar bu milletin evladının dinini öğrenmesi istenmemiş ve İmam Hatip Okullarında okuyan toplam Türkiye genelinde yüzde beşi bile bulmayan gençlerin dinini öğrenmesinin önü kesilmek istenmiştir. Bunun en büyük isbatı da meş’um “28 Şubat kararları”dır.

Allahın lutuf ve inayetiyle milletin mukadderatına sahip çıkanlar ve iktidara gelenler çabuk bu yaraya temelden çare bulmalıdırlar. Eğitim sistemini ciddi ıslaha tutmalıdırlar. Herne kadar bazı düzeltmeler yapılmışsa da bunlar yeterli değildir. Din tedrisatı devlet eliyle ve aslına uygun olarak yapılmalıdır. Oniki Eylülcülerin mecburi “din kültürü” bu meselenin çaresi değildir.

Cemiyetin bozulmasında kullanılan vasıtalar

Radyo-Televizyon

Bugün medya denilen vasıtalar cemiyetin bozulmasında kullanılmaktadır. Bu aletlerin hayırda milletin menfaatine kullanılması gerekirken menfi şeylerde kullanıldığını ve toplumun bozulmasında önemli rol oynadığını Üstad Hazretleri bildirir ve der ki:

O radyoları herşeyden evvel kelimat-ı tayyibe olan Kelâmullah’ın, başta Kur’an-ı Hakîm ve hakikatları ve imanın ve güzel ahlâkların dersleri ve beşerin lüzumlu ve zarurî menfaatlerine dair kelimatları olmalı ki o nimete şükür olsun. Yoksa nimet böyle şükür görmezse, beşere zararlı düşer.

Evet beşer, hakikata muhtaç olduğu gibi, bazı keyifli hevesata da ihtiyacı var. Fakat bu keyifli hevesat, beşte birisi olmalı. Yoksa havanın sırr-ı hikmetine münafî olur. Hem beşerin tenbelliğine ve sefahetine ve lüzumlu vazifelerinin noksan bırakılmasına sebebiyet verip beşere büyük bir nimet iken, büyük bir nıkmet olur. Beşere lâzım olan sa’ye şevki kırar.” Emirdağ Lahikası-2 (67)

Gazeteler, Mecmualar

Bugün dördüncü kuvvet denilen basın yayın organları da mühim rol oynamaktadır. Basın yayın düzenlenmesini Bedizüzzaman Hazretleri beyan eder:

“Gazeteler iki kıyas-ı fasid cihetiyle ve haysiyet kırıcı bir neşriyat ile ahlâk-ı İslâmiyeyi sarstılar. Ve efkâr-ı umumiyeyi perişan ettiler. Ben de gazetelerle, onları reddeden makaleler neşrettim. Dedim ki:

Ey gazeteciler! Edibler edebli olmalı, hem de edeb-i İslâmiye ile müteeddib olmalı. Ve onların sözleri, kalb-i umumî-i müşterek-i milletten bîtarafane çıkmalı. Ve matbuat nizamnamesini, vicdanınızdaki hiss-i diyanet ve niyet-i hâlisa tanzim etmeli.

Halbuki, siz iki kıyas-ı fasidle, yani taşrayı İstanbul’a ve İstanbul’u Avrupa’ya kıyas ederek efkâr-ı umumiyeyi bataklığa düşürdünüz. Ve şahsî garazları ve fikr-i intikamı uyandırdınız. Zira elifbâ okumayan çocuğa, felsefe-i tabiiye dersi verilmez. Ve erkeğe, tiyatrocu karı libası yakışmaz.

Ve Avrupa’nın hissiyatı, İstanbul’da tatbik olunmaz. Akvamın ihtilafı; mekânların ve aktarın tehalüfü, zamanların ve asırların ihtilafı gibidir. Birisinin libası, ötekinin endamına gelmez. Demek Fransız büyük ihtilâli, bize tamamen hareket düsturu olamaz. Yanlışlık, tatbik-i nazariyat ve mukteza-yı hâli düşünmemekten çıkar.” Divan-ı Harb-i Örfi (17)

Bugün televizyon ve radyolarda daha çok gazeteciler ve yazarlar konuşmakta ve toplumun meselelerine çareler aramaktadırlar. Üstad Hazretleri gazetecilerin İslamî hayatı bozmamalarını söyler. Herkes mesuliyet duygusuyla hareket etmelidir. Bizim gelenek ve göreneklerimiz nazara alınmalıdır.

Hülasa: Dünya milletleriyle beraber olmak için kendi örfümüzü ve ananelerimizi yaşatmalıyız. Hemen en acil olarak “din tedrisatına” başlanmalı ve bu sahada ciddi kararlar alınmalıdır. Yani ilköğretimde, hatta hazırlık sınıfından başlanarak dinin temel bilgileri verilmeli, uygulamaları gösterilmeli ve Kur’an-ı Kerimi öğrenmeye hazırlık sınıfından başlanılmalıdır. Yoksa din ve maneviyattan yoksun neslin yetişmesinde ve sonuçlarında -Allah korusun- yarın çok geç kalmış oluruz. Toplumda telafi edilemeyecek yaralara sebep olabilir.

Bediüzzaman Hazretleri cemiyetin bozulmasında ve tamirinde reçeteyi takdim etmiştir. Biz de bu zamanın mesul mevkiinde olanlara bera-yı malumat arz ederiz.

Kontrol et

İTTIHAD YAYINCILIĞIN GAYE VE HEDEFLERİ

İttihad Yayıncılığın neşriyatta gaye ve hedefleri… 1. Türkiye’nin ve Âlem-i İslâm’ın en büyük ve temel …