(Dördüncü Kısım)
ÂHİRZAMAN FİTNESİNİN İFSADATINA KARŞI ISLAHAT HAREKETİ HAKKINDA BİR TETİMME
Risale-i Nur eserlerinde “Sonra gelecek zât” ve sair ifade şekilleriyle yapılan tavsifatla nazara verilen ve hakiki Mehdi ve Mehdiyete bağlı ve onun geniş dairesini temsil edip vazife görecek olan devrelere ait bazı ifadeler vardır. Bu ifadelerden bir kısmı aynen şöyledir:
«Hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) cihetindeki saltanatı…» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 266)
«Hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) ve ittihad-ı İslâm ordularıyla zemin yüzünde saltanat-ı İslâmiyeyi sürmek…» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 267)
Bilindiği gibi Hilafet, İslâm millet ve devletlerinin şeair ve İslâmî hayat cihetiyle ortak idare merkezi ve temsilciliğidir. Demek o devre ve mümessilleri, böyle geniş siyasî saltanata yani mümessillik vasfıyla hâkimiyete sahip olacak.
«O zâtın üçüncü vazifesi; Hilafet-i İslâmiyeyi ittihad-ı İslâma bina ederek, İsevî ruhanileri ile ittifak edip Din-i İslâm’a hizmet etmektir.» (Sikke-i Tasdikî Gaybî sh: 9)
Bu ifade dahi mezkûr hükmü aynen teyid eder ve İsevî ruhanileriyle ittifak etmek de, büyük vazifeler arasında yer alır.
«Bu zamanda öyle fevkalâde hâkim cereyanlar var ki, herşeyi kendi hesabına aldığı için, faraza hakikî beklenilen o zât dahi bu zamanda gelse, harekâtını o cereyanlara kaptırmamak için siyaset âlemindeki vaziyetten feragat edecek ve hedefini değiştirecek diye tahmin ediyorum.» (Kastamonu Lâhikası sh: 90)
Bu beyanda geçen “Bu zamanda” kaydı, temelde hakim, menfi cereyanın zamanıdır. Yani İttihad-ı İslâm teşekkül etmeden, onun kuvvetine sahip olmadan mânâsında olduğunu, hem yukarıdaki ifadelerden hem Külliyat müvacehesinde hem de mantıkan anlamak icab eder. Demek İttihad-ı İslâmın teşekkülü evleviyet kazanıyor.
«Bir asır sonra zulümatı dağıtacak zâtlar ise, Hz. Mehdi’nin şakirdleri olabilir…» (Şualar sh: 720)
«Yüz sene sonra Nurların ektiği tohumların sünbüllenmesi ile aynen o geniş daire, Nur dairesi olacak.» (Emirdağ Lâhikası-II sh: 112)
Bu ifadelerden de anlaşılıyor ki; geniş daire fütuhatı, inayet-i İlahiyeye istinad eden Risale-i Nur’un manevî kuvvetinin eseridir. Şu halde Risale-i Nur ve Müellifi, esas teşkil edip metbuiyyet ve âmiriyyet makamındadırlar. Zira Bediüzzaman Hazretlerinin sarih ifadesiyle:
«Sonra gelecek o mübarek zât, Risale-i Nur’u bir proğramı olarak neşir ve tatbik edecek.» (Sikke-i Tasdik sh: 9) şeklindeki beyanı…
Hem yine her asra hisse-i dersini veren hadîsteki لاَ تَزَالُ طَائِفَةٌ ile işaret edilen Bediüzzaman ve has dairesindeki taifeye atfen:
«O zât, o taifenin uzun tedkikatıyla yazdıkları eseri kendine hazır bir proğram yapacak…» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 266)
İfadesinin sarahatıyla; o devrenin Risale-i Nur’a istinad ve tebaiyet edeceği hükmü, tevil kaldırmayacak derecede açıktır.
Mezkûr hakikatı teyid eden fakat gayet tevazu makamında yazılan ve İbn-i Mace 4088. hadîsiyle işaret edilen şu ifade de o devreye bakar:
«O ileride gelecek acib şahsın bir hizmetkârı ve ona yer hazır edecek bir dümdarı ve o büyük kumandanın pişdar bir neferi olduğumu zannediyorum.» (Barla Lâhikası sh: 283)
Rivayetlerde âhirzamanda geleceği müjdelenen ve zulümatı dağıtacak olan manevî kuvvet, Nur Risalelerinde tecelli eden hakaik-i Kur’aniye ve imaniyye olduğu, Risale-i Nur’da tekraren nazara verilmiştir.
Zübdet-ül Buhari Tercemesi 958. hadîsin haşiyesinde, Er-Raid Lügatı’nın beyanına göre “Harbte na’ra atan kahraman” mânâsında olan “Cehcah” vasfıyla tavsif edilen bir zâtın geleceği (Şarkavî Şerhi’nden naklen) şöyle ifade edilir:
«Bu kişinin adı Cehcah’tır. Çok kıymetli bir zât olup, Mehdi’den sonra ortaya çıkacak, onun yolunu tutacaktır. Çoban koyunu nasıl sürerse, Cehcah da cihangir olarak bütün ülkeleri idare edecek, herkes ona boyun eğecektir.»
NOT:
Yukarıda zikredilen “yüz sene sonra” ve sair şekildeki ifadelerin tarihî tesbitleri, ayrı bir tedkikat istediği ve ayrı bir mes’ele olduğu cihetle ele alınmadı.
Risale-i Nur’dan çok kısa olarak nakledilen mezkûr parçalarda görüldüğü gibi; “bir asır sonra gelecek” ve “gelecek zât” gibi ifadelerle bir devreyi haber veren Bediüzzaman Hazretleri olduğuna göre, bu beyanlar kendisinden sonra gelecek olan maddi güce sahip devrelerden bahsettiği zâhirdir.
Hem yine mezkûr nakillerde o zamanlar hakkındaki şu ifadeler var:
“Hilafet-i Muhammediye cihetindeki saltanatı” yani siyasî hâkimiyet makamına sahip olacağı ve bu vazifesini “ittihad-ı İslâma bina edeceği” ve “İsevî ruhanileriyle ittifak edeceği” ve “hayatın geniş dairesinde” vazifedar olacağı gibi beyanlarla bildirilen vazifeleri, siyasî icraatlardır.
Halbuki Bediüzzaman Hazretleri mezkûr siyasî vazifelerle bizzat iştigal etmemiş ve iman üzerinde bütün mesaisini hasretmiştir. Ancak şu var ki; o gelecek diye bahsedilen geniş dairede Risale-i Nur’u proğram yapılır ve Risale-i Nur’a bağlı kalınarak hizmet edilir.
Buna göre bu devrelerin vazife makamı, Risale-i Nur’un ve müellifinin seviyesinde olmayıp tebaiyet makamında bulunacağı da sarihtir.
Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsini ve üstünlüğünü tavsif ve beyan eden pek çok ifadeleriyle bu hükmü sarahatla ortaya koyar ve Risale-i Nur’u merci’ gösterir ve tekraratla ilân eder ve etmiştir.
Meselâ elyazma Emirdağ Lâhikası’nda talebelerine hitaben şöyle diyor:
«Risale-i Nur hakkındaki hüsn-ü zannınız daha fevkinde Risale-i Nur’a lâyıktır. Çünki Kur’an-ı Hakîm’in bir mu’cize-i maneviyesidir. Âhirzamanda gelecek Hazret-i Mehdi de ona o kıymeti verecek itikadındayım.»
Hem yine Risale-i Nur’un muhtelif yerlerinde geçen ve “iman, hayat, şeriat” olarak ifade edilen üç vazifenin en mühimmi “iman” olduğu ve bu vazife de tamamen Risale-i Nur’un ve halis, sadık ve has şakirdlerinin vazifesi olduğu; geniş daireye bakan diğer iki vazife ise imana nisbeten ikinci, üçüncü derecede oldukları ve Risale-i Nur’un proğramına göre yürütüleceği, yani Risale-i Nur’a bağlı kalınacağı beyan ediliyor ki yine Risale-i Nur’un vazife makamının ulviyetini gösterir. Bu beyanlardan birkaç nümunesi şöyledir:
«Hem üç mes’ele var: Biri hayat, biri şeriat, biri imandır. Hakikat noktasında en mühimmi ve en azamı, iman mes’elesidir.» (Kastamonu Lâhikası sh: 90)
«…üç vazifesinden en mühimmi ve en büyüğü ve en kıymetdarı olan iman-ı tahkikîyi neşr ve ehl-i imanı dalâletten kurtarmak cihetiyle, o en ehemmiyetli vazifeyi aynen bitemamiha Risale-i Nur’da görmüşler.» (Sikke-i Tasdik sh: 9)
«Şimdi hakikat-ı hal böyle olduğu halde, en birinci vazifesi ve en yüksek mesleği olan imanı kurtarmak ve imanı tahkikî bir surette umuma ders vermek, hattâ avamın da imanını tahkikî yapmak vazifesi ise, manen ve hakikaten hidayet edici, irşad edici mânâsının tam sarahatını ifade ettiği için, Nur şakirdleri bu vazifeyi tamamıyla Risale-i Nur’da gördüklerinden, ikinci ve üçüncü vazifeler buna nisbeten ikinci ve üçüncü derecedir diye, Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsini haklı olarak bir nevi Mehdi telâkki ediyorlar.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 266)
«Hattâ eski evliyanın bir kısmı, keramet-i gaybiyelerinde Risale-i Nur’u aynı o âhirzamanın hidayet edicisi olduğu diye keşifleri, bu tahkikat ile te’vili anlaşılır.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 267)
«Hazret-i Hasan Radıyallahü Anh’ın altı aylık hilafeti ile beraber Risale-i Nur’un Cevşen-ül Kebir’den ve Celcelutiye’den aldığı bir kuvvet ve feyizle vazife-i hilafetin en ehemmiyetlisi olan neşr-i hakaik-ı imaniye noktasında Hazret-i Hasan Radıyallahü Anh’ın kısacık müddetini uzun bir zamana çevirerek tam beşinci halife nazarıyla bakabiliriz. Çünki adalet-i hakikiye ile bu asırda insanları mes’ud edebilir bir istidadda bulunan, Risale-i Nur’dur ve onun şahs-ı manevîsi, Hazret-i Hasan Radıyallahü Anh’ın bir muavini, bir mütemmimi, bir manevî veledi hükmündedir.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 72)
«Evet bu zaman hem iman ve din için, hem hayat-ı içtimaiye ve şeriat için, hem hukuk-u âmme ve siyaset-i İslâmiye için, gayet ehemmiyetli birer müceddid ister. Fakat en ehemmiyetlisi, hakaik-ı imaniyeyi muhafaza noktasında tecdid vazifesi, en mukaddes ve en büyüğüdür. Şeriat ve hayat-ı içtimaiye ve siyasiye daireleri ona nisbeten ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalıyor.
Rivayat-ı hadîsiyede, tecdid-i din hakkında ziyade ehemmiyet ise, imanî hakaikteki tecdid itibariyledir.» (Kastamonu Lâhikası sh: 189)
«Bu asırda, Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki, Risale-i Nur’un hakikatına ve şakirdlerinin şahs-ı manevîsine, hakaik-ı imaniye muhafazasında tecdid vazifesini yaptırmış. Yirmi seneden beri o vazife-i kudsiyede te’sirli ve fatihane neşriyle gayet dehşetli ve kuvvetli zendeka ve dalâlet hücumuna karşı tam mukabele edip, yüzbinler ehl-i imanın imanlarını kurtardığını kırkbinler adam şehadet eder.» (Kastamonu Lâhikası sh: 190)
Risale-i Nur’un makamını ve ehemmiyetini beyan eden buna benzer daha pek çok ifadeler gösteriyor ki, asıl merci’ ve söz sahibi Risale-i Nur’dur. Daire-i Nur dâhilinde olanlar, onun başka bir fikir ve hareket tarzını getiremezler. “Risale-i Nur’un talimatı dairesinde” (Emirdağ Lâhikası-I sh: 73) hizmet ederler.
Risale-i Nur, dinin teferruatından ve az bir kısmı müstesna olarak içtihadî mes’elelerinden bahsetmez. Geniş dairenin mes’elelerini, ileride teşekkülü beklenen mütehassıs heyetlerine bırakır.
Evet «Risale-i Nur, hayat-ı içtimaiyenin kanunlarını da ihata eden dinin geniş dairesinden bahsetmez. Belki asıl mevzuu ve hedefi, dinin en has ve en yüksek kısmı olan imanın erkân-ı azîmesinden bahseder.» (Tarihçe-i Hayat sh: 231)
Geniş dairede bir kısım teferruat mesailinin ta’dil ve teşrii için ihtisas heyetlerini hatırlatan şu ifade de dikkat çekicidir:
«Evet bu zaman hem iman ve din için, hem hayat-ı içtimaiye ve şeriat için, hem hukuk-u âmme ve siyaset-i İslâmiye için, gayet ehemmiyetli birer müceddid ister.» (Kastamonu Lâhikası sh: 189)
Evet Osmanlı Devleti’nin son devrinde “Şûra Heyeti”nin lüzumunu anlatan Bediüzzaman Hazretleri aynı o teklifini; “Şimdi âlem-i İslâmın mütemerkiz noktasına tekrar arzediyorum.” diyerek tâ gelecekteki ittihad-ı İslâmın merkezine kadar ucu uzanan reyini beyan eder.
İşte bir nebze nümunesini gördüğümüz ve risalelerde serpilmiş ifade ve beyanlara külliyyen bakılıp dikkat edilirse; Risale-i Nur, geniş daireye esasat cihetinde proğramını vermiş olduğu görülür. Bundan da anlaşılıyor ki; gelecekteki vazifedarlar, Risale-i Nur’a sahip çıkacaklar, emir ve tavsiyelerine dikkat edecekler ve Risale-i Nur’un metbuiyet makamını tebaiyetleriyle muhafaza edeceklerdir.
Ahirzaman fitnesinin dehşetli ifsadatını tamir, ıslah ve halkı tenvir ve irşad vazifesini Bediüzzaman ve şakirdleri, muannid düşmanlarına karşı en ağır şartlar içinde hayatlarını ortaya koyarak, en kudsî ve en büyük vazife olan iman hakikatlarını keşif ve neşirle; hakikat nokta-i nazarında asrın rivayetlerde müjdelenen en haşmetli tarihî hâdisesini ortaya koymuşlar, küfrün belini kırarak da İslâmî hayat ve içtimaiyatın zeminini hazırlamışlardır.
Bu hakikatı, yani birinci vazife olan iman hizmetinin ve vazifedarlarının emsalsiz üstünlüğünü daima nazara veren Bediüzzaman Hazretleri, bir talebesinin mektubuna verdiği cevabda aynı mes’eleye dikkati çeker ve der ki:
«Muhbir-i Sâdık’ın haber verdiği “Manevî fütuhat yapmak ve zulümatı dağıtmak, zaman ve zemin hemen hemen gelmesi” diye fıkrasına, bütün ruh u canımızla rahmet-i İlâhiyeden niyaz ediyoruz, temenni ediyoruz. Fakat biz Risale-i Nur şakirdleri ise:
Vazifemiz hizmettir, vazife-i İlâhiyeye karışmamak ve hizmetimizi onun vazifesine bina etmekle bir nevi tecrübe yapmamak olmakla beraber; kemmiyete değil, keyfiyete bakmak; hem çoktan beri sukut-u ahlâka ve hayat-ı dünyeviyeyi her cihetle hayat-ı uhreviyeye tercih ettirmeye sevkeden dehşetli esbab altında Risale-i Nur’un şimdiye kadar fütuhatı ve zındıkların ve dalâletlerin savletlerini kırması ve yüzbinler bîçarelerin imanlarını kurtarması ve herbiri yüze ve bine mukabil yüzer ve binler hakiki mü’min talebeleri yetiştirmesi, Muhbir-i Sâdık’ın ihbarını aynen tasdik etmiş ve vukuat ile isbat etmiş ve inşâallah daha edecek.
Ve öyle kökleşmiş ki; inşâallah hiçbir kuvvet Anadolu’nun sinesinden onu çıkaramaz.
Tâ âhirzamanda, hayatın geniş dairesinde asıl sahibleri Cenab-ı Hakk’ın izniyle gelir, o daireyi genişlettirir ve o tohumlar sünbüllenir. Bizler de kabrimizde seyredip, Allah’a şükrederiz.»
Bediüzzaman Hazretlerinin mezkûr tarzdaki ifadelerinden anlaşılıyor ki; geniş daire vazifedarları, Risale-i Nur’daki Kur’an ve iman hakikatlarını geniş çapta ve resmen neşir ve tatbikle Risale-i Nur’un irşad sahasını genişletirler, kendi ilimleri ile irşada girişmezler ve yeni teşekküllere sebebiyet vermezler. Geniş daireyi aleni olarak Nur Medresesine çevirirler.